Bilgisayarımda “yazar odaları” adlı bir fotoğraf klasörü var. Yazarların hayatının, günü yaşayışlarının, o büyülü katharsisin solunduğu yerin benim için her zaman garip bir çekiciliği oldu. Tomris Uyar’ın odası da gündökümleri…
“Aslına bakılırsa ev kadınlığından, annelikten kaytarılarak, ev zamanından çalınarak yaratılan ürünleri ille de saygın bulamıyorum. Gelgelelim tavaların yağlarını sıyırıp tıkalı muslukları açarken yitirdiğimiz zaman hiç de az değil…. O iki santimetrekarelik özgürlük alanı şart,” satırlarını “vaktimin yarısını geçirdiğim” dediği mutfaktayken okuyorum ve onu çok iyi anlıyorum. Tabii ki kurmaca ile gerçeklik arasında hem bir bağ hem de büyük bir farklılık vardır. İşte “bulunması gerek” dediği o ara yolu, ev, çocuk, eş, günlük hayat ve yazma arasındaki dengeyi, gündökümü dediği günlükleriyle bulmuş Uyar. Semih Gümüş, Virginia Woolf için, 'Kadın kişilerine kendi duyarlığından kattıkları görmezden gelinemez,” der. Woolf da Uyar gibi günlükle hayatını dengelemiş bir yazar. Hayatlarındaki dengeyi hem kurmaca hem kendi günlerini yazarak sağlayan, kendileriyle günlükleri aracılığıyla hesaplaşan iki kadın yazarın okura gerçek hayatı sunmaları ile duyarlığın yansımalarını birebir göstermeleri biz okurların şansı… Yazarların odalarının fotoğrafları bu günlüklerdir işte.
Uyar, gündökümlerinden birinde kadın yazarlara duyulan ilginin nedeni olarak kadın yazarların yazmaya epey hazırlıklı olarak yazmaya başlamalarını gösterir. “Yazmaya karar verene kadar bir hesaplaşma yaşıyorlar kendileriyle. Bu nedenle yazdıkları daha açıksözlü oluyor.” Erkekleri daha ketum buluyor. “Özellikle erkek yazarlar ise özel yaşamlarını çocuksu zenginliklerini ha bire kaçırıyorlar okurdan,” diyor.
Yazarlar için düşündüklerinin izdüşümünü öykülerinde de görmek heyecan verici. “Ayılmıştı.” Sizce bunu bir kadın için mi söylemiştir, erkek mi? Tabii ki bir kadın karakter… Çünkü onun öykülerinde genelde kadınlar ayılır.
Ama hangi kadınlar? “Sevecen bir erkeğin karısı olma dışında…. Öteye gidemedi.” İşte yaşadıklarının bilincine varıp iyi ya da kötü, her geleni, dürüstçe karşılayabilecek kadınlarla bunu anlayamayacak olanların farkı da budur zaten: Öteye giden ve gidemeyen kadınlar… Aynı kendiyle hesaplaşıp yazının başına oturan ve kendi duyarlığını kurmaca karakterlerine aktaran kadınlar gibi…
Erkeklerse onun öykülerinde yaklaşırlar ayılmaya, ama çoğunlukla ne kadar anlamaya çalışsalar da anlayamaz ve geri çekilirler son anda. O yüzden “cam göbeği aşılarla renk değişimine uğramış kağıtımsı karanfiller götürürler evlerine.” “Akvaryumun uğultusu içinde dönüp duran kırmızı balıkların” yanına dönüp güruhun içine girerler.
“Ayşe Haklı”da eski koca anlamaya çalışır ayrıldığı Ayşe’yi. Bir göktaşının dünyayı teğet geçmesi gibi sürekli olarak anlamanın menziline girer, ama bir türlü çarpamaz, o dünyayı yok edemez.
Vurucu bu! Yabancılaşma, dahil olamama, erkek yazarlar için söylediği “kendi hayatını açıklıkla anlatmama” halinin kurmaca karaktere yansıması... Aynı öyküde “Diyelim ki o şey – her neyse- başta vardı,” der. İşte anlayamadığı o “şey”dir kocanın. Şey, ama ne? Şey, zaman zaman tanımlamaktan korktuğudur, zaman zaman da anlamadığı… Bu nedenle bir başka öykü kitabının adının da “Aramızdaki Şey” olması olağan, yerinde ve tamamlayıcıdır. Ancak kendiyle hesaplaşanlar ötekini de içtenlikle anlayabilecektir, öyle değil mi? Gümüş’ün bahsettiği duyarlığının temelinde de kanımca empati yeteneği yatar. Çünkü empatiyi belirleyen de o “aradaki şey”dir. Onun karşı tarafça nasıl algılanabileceğini düşünebilmek…
Önyargı sahipleri empati yapamazlar ve iletişim becerileri yoktur. Yazar, “Önyargıların aşılamama halleri”ni öykülerinde anlatırken günlüğünde de sorar kendi kendine: “Bunu yazmam neyi değiştirdi? Yani bir okur bunu okuduktan sonra bir kıpırtı duydu mu içinde, bir titreşim, bir serinlik?”
Çok şeyi değiştirdiğinize emin olun. Hem de nasıl bir serinlik! Günlüğünüzde anlattığınız gibi Sevgili Uyar, “Bu sabah Mozart ve Viyana valsleri eşliğinde, bol güneş-ışıklı suda çamaşır yıkadım. Bahçe hortumu ısınmış, leğendeki sabun hemen köpürüyor. Dayanamadım, hortumu başıma da tuttum sonunda. Suyun yorgun, uyuşuk bedenin üstünden çağlayarak akması, duyarlı noktaları bulması, hepsini eşit bir diriliğe getirmesi!...” İşte bir öykücünün hayatı yaşayışı böyle olur! O hortumdan akan suyun altında durduğunuz ve bunu anlattığınız için sizin odanızda olmak istiyorum…
Kitap-lık'ın TOMRİS UYAR dosyasında yayımlanmıştır.
Kitap-lık'ın TOMRİS UYAR dosyasında yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder