6 Kasım 2015 Cuma

Hakikaten, Ne Çok Kitabın Müjdesi Kitap Eklerinden Alındı


Gazetelerin kitap ekleri tanışma, karşılaşma ve buluşma müjdesidir.

Radikal Kitap yeni sezonunu kutluyor!.. Tebrikler!...


Yekta Kopan, iki gün önce Radikal'de yayımlanan yazısında kitap eklerinin edebiyata katkısını ve gayretlerin güçlü anlamını dile getiriyordu. http://www.radikal.com.tr/yazarlar/yekta-kopan/bir-gazetenin-kitap-eki-ne-ise-yarar-1465397/

Okurken dizi dizi Cumhuriyet Kitap, Radikal Kitap, Milliyet Kitap ve tüm kitap ekleri geldi gözümün önüne.

Dün de "Cumhuriyet Kitap 25. Yılını Kutluyor," diyerek heyecan duyduk. Nice yıllara!..
Öyle değil midir? Kitap ekleri, günleri de tanımlar. Perşembe Cumhuriyet Kitap, cuma Radikal Kitap günüdür. Hatırlayın, ne çok müjde kitap ekleri ile alındı!..



Yekta Kopan'dan bir de güzel benzetme geliyor, Radikal Kitap için: "Müşterisini tanımaya özen gösteren, onun okuma zevkini merak eden, onun her ziyaretinden mutlu olan bir şehir kitapçısı."

Selamı ben de bugün Robinson'dan gönderiyorum. Yıllarca İstiklal Caddesi üzerindeki yerinde ziyaret ettiğim, şimdi Salt Beyoğlu'ndaki mekanını da çok sevdiğim, alt kattaki sergileri adım adım gezerek geldiğim bambaşka Robinson'dan!...


Yine, yıllardır önce kitap, edebiyat üzerine dakikalarca sohbet ettiğimiz güleryüzlü çalışanlarıyla, özellikle Şehri'yle Kırmızıkedi'den gönderiyorum selamı!.. Şehrin, şehrimin kitapçılarından tüm gülen yüzlü edebiyatçılara, edebiyatseverlere, kültür sanat servislerine, kitap eklerine bin selam...

Kutlamalarımız bol olsun!...

29 Mayıs 2015 Cuma

Mario Vargas Llosa, Borges'i nasıl anlatıyor?



Llosa, Genç Bir Romancıya Mektuplar'ın her bir bölümü ile kurgu labirentini ele alır.
Bu labirentin bir sapağında Borges'e rastlamak da günün yazın macerası olsun. Zihindeki Borges dosyasına kendiliğinden kaydolan gözalıcı anlatımla...

"Borges'in üslubu bu konuları bir potada kaynatıp bölünmez bir alaşım haline getirir, okuyucuysa öykülerinin ve hakiki kurmacalar kadar yaratıcı ve yetkin denemelerinin daha ilk cümlelerinden itibaren metinlerin ancak böyle, bu zekâ ve ironi dolu dille ve matematiksel bir kesinlik ile - artan veya eksik kalan hiçbir sözcük bulunmadan - yazılabileceğini; zekâya heyecanlara ve hislere ayrıcalık tanıyan, gösterişi tekniğe dönüştüren, aşırı duygusallığın her türlüsünden kaçınan, bedeni ve şehvet düşkünlüğünü görmezden gelen (veya onları insani varoluşun değersiz birer belirtisi addedip tamamen birbirinden ayıran) ve hemen her zaman öykülerinin konularını oluşturan akıl labirentlerini veya barok yapıları, yani muhakemelerindeki karmaşıklığı serin bir meltem gibi yatıştıran ironisindeki incelik sayesinde insancıllaşan soğuk bir zarafet ve asil bir arsızlıkla aktarabileceğini anlar. Bu tarza renk ve zarafet katan en önemli özellik, şiddetli ve beklenmedik mecazları, fikirleri toparlamak veya karakterlerin fiziksel yada psikolojik özelliklerini vurgulamakla kalmayıp Borgesvari bir atmosfer için de gereken bu sıfat ve zarfların okuyucuyu sarsan cüretkâr ve acayip biçimlerde kağıda dökülmesidir."

2 Mart 2015 Pazartesi

YAŞAR KEMAL'İ UĞURLARKEN... IŞIKLARINI SAVURARAK...



“Karanlığın içinden dağ çıktı, ışıktan. Döne döne, ışıklarını savurarak çekti denize aktı gitti.” 
Yaşar Kemal’in haberini aldığımda keder uçtu, elimden tuttu, kitaplığıma gittik birlikte… "Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana" tüy gibi havalandı buldu beni.

“Karanlığın içinden dağ çıktı, ışıktan. Döne döne, ışıklarını savurarak çekti denize aktı gitti.” 
İki cümleyle sarsan bir dil ustası için ne denir? İki cümlesini okumak onun için söylenecek her sözden daha gerçek, daha anlatıcı değil mi? İlk karanlığın ardından onu okuduğum ilk ânı hatırladım; Ağrıdağı Efsanesi… Kahverengi kaplı o güzel kitap, ortaokul yılları, beni bana götüren odam…Anadolu’nun cümle efsanesinin görkemi büyümüştü içimde. Hiç silinmeyen, silinmeyecek bir etki…


Bugün hep beraberdik… O etkiyle, o görkemli yüreği, dilin ustasını uğurladık. Binlerce insan, “Yaşar Kemal onurumuzdur,” diye bağırırken pek çoğumuzun ise düğümlenmiş yoğun duygulardan sesi çıkamıyordu. Gözyaşının eli, ses tellerimizi tuttu da seslenemedik. Alkışlarken onunla aynı çağda, aynı toprakta, aynı zamanda yaşamanın müteşekkirliğindeydik... Beraber, hep beraber…



Şimdi, kendimi de sizi de Ağrı Dağı Efsanesi'ne alayım, orada kalalım... 

"Ve dağ yürüyordu kaval sesinde. Ve uçurumlar, çığlar, ayaz gece, yıldızlar patlıyordu. Ay ışığı patlıyordu. Ve dağ bütün hışmıyla yürüyordu. Terlemiş, soluklanan... Bir ulu dev gibi göğüs geçiriyordu Ağrı. 
...
Sonra birden bütün çiçekleri, yıldızları, kokusu, alabalıklı, aydınlık suları, ceylanlı çölleriyle dünya Sofinin gözlerinin önünde yeniden açıldı. Gözlerinin önünde at başkalaştı. Atın keçe bellemesindeki güneş canlandı. Hayat ağacı yaprak döktü, çiçek açtı."

18 Şubat 2015 Çarşamba

KAR TÜM GÜN, TÜM GECE SÜRDÜ. ŞİDDET DE!..

Kar tüm gün, tüm gece sürdü. Şiddet de!... 
Galata'da adım başı, dükkanların önünde, ara sokaklarda kartopu oynayan, gülen, bembeyazlığın tadını çıkarmaya, şu bunaltıda doya doya yaşamaya çalışan ne çok güzel yüz gördüm; gün boyu, gece boyu.... 
Meğer bunu bile fazla görüyorlarmış!... 
Şiddet bilinçaltının da, bilincin de en görünen ve en koygun, en kara noktasında çakıveriyormuş!
Her yerde; Meclisinden, sokağına dek....

Sema Kaygusuz'un kitabının adıdır: 'Yüzünde Bir Yer'. Aldığımız nefes, yüzümüzdeki güven, mutluluk, huzur aklı başında ilkelerden, temel hak ve özgürlüklerden, açıklıktan, tutarlılıktan, kullanılan dilden geçiyor. Gerek bireylerin, gerek devletin, gerek kurumların ilkeleri ve bu ilkeler ışığındaki tutumuyla, davranışlarıyla yol alır insanca bir hayat!... Hayat!...

Bugün aynı zamanda Tezer Özlü'nün ölüm yıldönümü... 18 Şubat 1986'dan beri aramızda değil Canım Özlü. Onun Leyla Erbil'e sözleri hep kulakta çınlıyor işte: "Burası bizi öldürmek isteyenlerin yurdu!" Güzel kitaplarını yeniden, yeniden elime alıyorum. Zaman Dışı Yaşam adlı senaryosunda da çok sevdiği Pavese'den alıntı yapıyor Özlü, "Yaşanacak bir yaşam vardır. Binilecek bisikletler var. Yürünecek yaya kaldırımları ve tadına varılacak güneş batışları vardır." Buruk mu buruk, tüm ülkeyle, geçen şu günlerle baş başa kalıyoruz hepimiz.


Talebimiz, isyanımız, insanlığımız, ancak böyle, ancak Yekta Kopan'ın bugün yazdığı gibi... "O kartopu, çığ olur."

8 Şubat 2015 Pazar

ALİ KAZMA SERGİSİ’NDE, ZAMAN VE GİZEM





"Saat Ustası…" Artık çalışmayan bir 18. yy. Fransız saatinin tek tek parçalarına ayrılıp tekrar birleştirilerek tamir edilişini izliyoruz. Tellerin, zillerin, küçücük aletlerin, büyüteçlerin arasına karışıyoruz. Basamak şeklindeki araçlar, sarı altın düzenekler nasırlaşmış parmakların arasında pervane gibi dönmeye başlıyor birden. Akışın saf birlikteliği… Zamanın parçalanmasından, bir araya getirilişine dek Proust’un “Kayıp Zamanın İzinde”sine bir dokunuyorum o anda…



Ali Kazma’nın beklediğim sergisi Zamancı/ Timemaker, Arter’de. Sanatçı, 22 video art işi ile her bir duvarda, dünyanın baş döndürücü ritmi ile geziniyor.

Çekim yaptığı mekanlara tek başına girme tercihi, işlerinin içeriği ile ne kadar uyumlu!... Bu uyum, eserlere de yansıyor. Çalışma biçimini, masasını, ritüellerini sanatçının ve işinin parçası addederiz çoğu zaman… Bu nedenle Tomris Uyar’ın, Woolf’un, Tarkovski’nin günlüklerini de önemseriz. Fotoğrafçının, ressamın, heykeltıraşın atölyesinde olduğumda fotoğrafın, resmin içine girmiş gibi hissetmem işte bu sebeptendir…

“Ali Kazma çekimlere ayırdığı zaman sona erip saatlerce uzunlukta ham kayıtla baş başa kaldığında, kaydetmiş olduğu notları yanına düşer, onları birbirinden koparır, yerlerini değiştirir; zamanı imleyen rakamlar yapıtın gizli şifreleri gibi sayfalar boyunca devam eder.” Emre Baykal’ın da katalog yazısında aktardığı bu çalışma biçimi videoları notla, kayıtla, sezgiyle bütünlüyor.


Her duvarda ayrı ayrı izlediğimiz çalışmalardan serginin sürekliliğini birebir yansıttığını düşündüğüm ve yukarıda bahsettiğim Saat Ustası’nın yanında “Kristal” ve ”Rezistans” da hep aklımda kalacak.

Yeri gelmişken söyleyeyim, Arter’in hazırladığı veya hazırlattığı katalogların kitaplığımda güzel bir yeri var. Marc Quinn için hazırlanmış “ansiklopedi” dönüp okunanlardandı, Ali Kazma’nın bu sergisi için hazırlanan “fasikül” de öyle olacak…


Ali Kazma, 2012’de Barbara Polla’nın sorularını yanıtlarken, “Dünyanın gizemine ve karmaşıklığına bir şeyler ekleyebilen sanat yapıtlarını önemsiyorum,” diyor. Ali Kazma bu sergiyle elimden tutuyor, gizem ve karmaşanın belki de en kaotik kavramıyla, zaman'la macerayı anlatıyor; önemsediklerinin yanına oturuyor.



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...