16 Mart 2012 Cuma

SİVAS VE CEZASIZ BIRAKILAN SUÇLAR TARİHİ


Annem ve babamın üzüntüleri öyle derindi ki, sanırsınız ev kararmış.
Benim üzüntümdeyse bir şaşkınlık taşı vardı. İnsanoğlunun canileşebilmesine aklım ermiyordu düpedüz.
Ben ‘nasıl olur,’ diye isyan ederken annemlerin ağzında ‘yine mi!’

Yıllar geçecekti ve ben bu toplu cinayetin sanki onlarca insan bağırmamış, yakılmamış, öldürülmemiş gibi yok sayıldığını görecektim. Üstüne üstlük bunu koca koca kitaplar okumuş, yüzlerce duruşmaya girmiş, onlarca adliye gezmiş bir hukukçu olarak görecektim. O an üzüntü nehrinin suları, adaletsizlik çağlayanından gümbür gümbür dökülecekti.

Bu süreçte, ne acı ki, insanoğlunun kötücüllüğüne tanık ola ola ‘nasıl olur’dan ‘yine mi’ye gelmiştim ben de.

Yargılama aşamalarının kat edilmesi bu kadar zor değil, yirmi yıl değil en azından, diyorduk. Gecikmişi bile olamadı, yirmi yılda bile bulamadı adalet yerini. Hayatın olağan koşullarında failleri belli, kanıtları tespit edilmiş bu büyük davanın sanıklarını yargılamak tarihi bir sorumluluktu oysa.

Kimseden bir kahramanlık istenmiyordu. Hayatın ve hukukun olağan koşullarında bu davanın zaman aşımına uğramaması gerekirdi. Böyle...

Hukuki sonuç şu: Tüm suçlamalar zaman aşımıyla birlikte ortadan kalkar.
Tarihi sonuç şu olacak: Bu sıradan bir ceza davası değil, bu bir katliam davası. Cezalandırılmamış katliam yeni katilleri doğurur, doğurmuştur da... Ne yapılmamalı, deseniz hukukta, yanıtı, bu karardır, işte bu yapılmamalıydı.
Hadi devlet aygıtının kayıtlarına bunu zaman aşımı diye yazdınız, cezasız kalan suç, suç değil midir, tarihe nasıl yazacaksınız?
Bir toplumun suç tarihinden fazlası bu, cezasız bırakılan suçlar tarihi bu.  

Öte yandan, insanlığa karşı işlenen suçlar kapsamına giren fiillerin zaman aşımına tabi tutulmamasının sonuçlarından biri, “kişileri bu suçları işlemekten alıkoyabilecek olması”dır.
Bu durumdan, ‘Kişileri cinayet iradesinden alıkoyabilecek bir unsur yok edilmiştir,’ sonucu çıkmıyor mu?

Unutmadan… Yeni anayasa çalışmaları devam ediyordu, değil mi? Böyle bir sapakta, yeni anayasa çalışmalarının ne anlamı kalıyor? Cidden…

Yıllar geçti.
Annem ve babam kendi evlerindeler, ben kendi evimdeyim.
Şimdi sanırsınız benim evim de kararmış.


9 Mart 2012 Cuma

Bennu Gerede, Kiss&Bet ve Márquez (evet, evet Márquez)




Márquez, ‘Aşk ve Öbür Cinler’de Bernarda’nın bir panayırda izlediği, sırf bilek gücüyle bir güreş boğasıyla boğuşan adamı anlatır.  ‘Adamın fok derisi gibi bir teni olduğunu, kıvrım kıvrım gövdesi, daracık kalçaları, upuzun bacakları olduğunu,’ söyler. Ekler sonra, “yaptığı işi inkar eden narin elleri vardı.” Okurken, erkeğin güç gösterisinin ve erkeğin doğaya karşı gelen gücünün (neticede diğer güreşçi de doğanın bir parçası değil mi) bir ihtişamı var gerçekten, diye geçirmiştim içimden.

Bennu Gerede’nin yağlı güreşe tutuşmuş pehlivanlara ilişkin çalışmalarını görünce Márquez’in satırlarını hatırladım. Ne de olsa Gerede de, ’Geleneksel Yağlı Güreş müsabakası erkek vücudu politikalarının, erkek gücünün güzelliği ve erkek gücünün belirsizliğinin aynası bence,’ diyerek bu ihtişamı kaydediyor.

Gerede’nin “Bu unutulmuş spora duyduğum büyük hayranlık ve saygıyla, 'kispet' denilen efsanevi deri pantolonlar içindeki erkek gövdesinin bu en güçlü biçimlerinde beliren erkeğin üstün hakimiyetinin farkındalığını ve tensel duyarlılığını portrelemeye çalıştım,” dediği fotoğrafları Chalabie Art Galery’de ‘Kiss&Bet’ adıyla sergileniyor. Sanatçı, bu son derece erkeksi çalışmalara, Swarovski kristallerini ekleyerek parlak bir doku kazandırmış. Taşlar, bu derece sert imajlar üzerinde tezat bir vurgu yaratarak “estetik bir yan güç” türetiyor. Bu doku kazanımının güreşteki hareketliliği, tendeki ışıltıyı da verdiğini düşündüm o an.

Ne dersiniz, fotoğrafların üzerine taşları ekleyen Gerede’nin eli, Márquez’in anlattığı narin ele benzemiyor mu?
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...