29 Ocak 2013 Salı

"Anlamak yağmursa, anlamamak küldür." Son çıkanlar...


Daniel Frampton’ın Filmozofi adlı kitabı “Sinemayı Yepyeni Bir Tarzda Anlamak İçin Manifesto” alt başlığıyla ve Cem Soydemir çevirisiyle geldi.  Önemli, ifadesi güçlü bir sinema kitabı...  "Filmozofi, film için bir çözüm olmayı hedeflemez; Filmozofi'nin diğer perspektifler ve yorumlayıcı şemaların yanı sıra kullanılması, değiştirilmesi ve uyarlanması gerekir."

Guy Deurscher’in “Dilin Aynasından”ı da tüm sözcükseverleri çekecektir. Sözcüklere dolanmak hassaslaştırıyor.  Sözcükler, dilin düşleri. Haydar Ergülen, "Anlamak yağmursa ,anlamamak küldür," der. Yağmuru izleyenler ve Turgay Fişekçi'nin dergiye neden "Sözcükler" adını verdiğini düşünmüş olanları kıya sıya mutlu edecek...

Latife Tekin İletişim'de. Okuduğum baskıyla hatırlıyorum kitapları...  Sevgili Arsız Ölüm, bu sefer masmavi kapağıyla elimizde. Kitap okunduğu zamanla, atmosferle  basbayağı bir imge haline geliyor bakın. Yeniyi kabullenmek bile zorlaşıyor. Benim için Sevgili Arsız Ölüm'ün mavi bir kitap olmaması bana kalmış. Demem o ki yeni baskı, yeni bir kitap gibi… Bununsa zararı yok, faydası var. Bir kitabın farklı baskıları üzerine konuşmak bile zevke batıp çıkmak...
 
Sevgi Soysal öncüllerimden, "sevgili" yazarlarımdan, satırları öykülerime epigraf olanlardan... "Görmemiş gibi görüyor. Görmemek istercesine görüyor." Barış Adlı Çocuk'taki bu satırlar, aynı zamanda Gölgede adlı öyküme giriş... İletişim’den çıkan "Ne Güzel Suçluyuz Hepimiz!", -Sevgi Soysal İçin Yazılar- ağız tadıyla okunmayı bekliyor...  Derin tahliller, kendi derininize katmak için..
 

Sel Yayıncılık’ın Hayat Okulu Kitapları dizisi merakıma merak kattı. Uzun okumalar, geniş olasılıklar, sonunda bütünlüklü bir kolaj... Kitap projesi oluşturmayı Sel çok iyi bilir zaten.

İyi okumalar...
 

 

23 Ocak 2013 Çarşamba

Ne Övün O Kılıcı, Ne de Öpün...


Mimar Bruno Taut, 1919’da, "Güce tapanlar, güce boyun eğmelidir,” diyor.
Taut, hesapçıları uyarıyor: Övdüğünüz kılıcı öpmezseniz o kılıçla boynunuz kesilir.
Öte yandan,  ifadesinden güç düşkünlerinin bile boyun eğmek istemeyeceklerini düşündüğü anlaşılıyor. Oysa şimdi güce tapanların pek çoğu bunu dert bile etmiyor, öyle değil mi?  
Güç düşkünlüğü de miras gibi aileden çocuğa aktarılan bir davranış biçimi. Onurun, gururun adının geçtiği evlerde böylesine bir güç, değil hoşa gitsin, hor görülür. İnsanın sadece kendi özellikleriyle var olduğu, mevkinin, titrin ve gücün insaniyeti temsil edemeyeceği ve bu nedenle güce tapılmayacağı gün gibi açıktır o evlerde.

Sadece muktedire yaranmak ve yanında olmak için türlü takla atmak zaten kepazelik...  

Ama bakıyorum da bir alt kategori olarak, gündelik hayatta başkasının şemsiyesinden faydalanmayı bir yol olarak kabul eden ne çok insan var, buna takılıyorum... Şuursuzluklarında, kendi akıllarını hiçe sayışlarında diğerlerinden farklarını da göremiyorum ...  

Birinden faydalanmak, bir isimden medet ummak.. Onları görünce tanıyoruz elbette. Ola ki bu güç düşkünü de bir şekilde çıktıysa merdivenleri, şansın  yanında olması, sonrasını değiştirmiyor. Çünkü gerçekler kısa değil, uzun vadede belli oluyor. Laubalilik ve kaypaklık, değer verdiğiniz bir "güçlü"ye bile yapılsa nasıl iticidir ve sizin belki de erken fark ettiğiniz bu hal nasıl da gün gibi çıkar su yüzüne…

Burada da ilginç bir soru var. O güç düşkünlüğünün nesneleri “güçlü”ler, görmezler mi bu yanardönerliği, omurgasızlığı? Sanırım isimleri kalkan edilenler de övgüyü, ağzı köpüklü yalakalığı geri çeviremiyor, bunu da talihin tadına varmak olarak görüyorlar...  Üzücü...
Yine en üst kategoriye, en güçlüye tapınmaya çıkarsak da son söz olsun...
Ne övün o kılıcı, ne de öpün...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...