29 Nisan 2012 Pazar

Siret'in Kayıp Siyah Defteri




Siret her yerde defterini aradı. Siyah ciltli bir defter.
Elinde daima defter vardır Siret’in ve Siret arar durur her yerde defterini. Ama bu sefer iş ciddi. Bulamıyor. İşe götürmüş olabilir mı? Oraya da bakmalı diyor, ama eli ayağı birbirine dolanıyor. Bombay Bicycle Club’dan başka bir şey dinlemiyor son günlerde.
Dinginliğe bırakamayarak, aceleyle eşlik ediyor ağır ritme. Ritm başka; elleri, ayakları, kafası başka... Toparlanmamış, dağınık bir hali var. Görünüşü pürüpak, ama aslında biraz önce  bir dergide fotoğrafını gördüğü Robert De Niro gibi… Darmadağınık.

Neden? Defter yüzünden. Geçici bir çözüm buldu, beyaz sayfalara yazıyor. Ama sayfalar kayboluyor ya da üzerlerine bir şey dökülüyor. Sayfalar gidince hayatı tamamlanmamış oluyor.
O defteri bulmayı çok mu çok istiyor. Hayatına devam etmek için…
Yeni bir deftere başlamayacağını biliyor. Yoksa bu da aynı, aradığı kredi kartlarını bir telaşla iptal ettikten on dakika sonra bulması gibi olacak… Yok yere…
Boş veriyor ritme. Duruyor öylece. Robert De Niro’nun elli yıl sonra, başka bir kıtada, aynı bırakmışlık içindeki sarışın kadın versiyonu şimdi Siret. 
Öyle çok yerde kontrol bende değil ki, diye geçiriyor içinden, ama defterde...
Güneş ışığı, yanındaki siyah beyaz karolarda seksek oynayarak ona doğru yaklaşıyor. Biraz daha oturursa, yüzüne vuracak.
De Niro’dan öylece durmayı öğrendi, ritme de kendiliğinden girdi. Demek ki siyah defteri de bulacak…
Siret unuttu, aramıyor şimdi. Sonra arar… Siret durmayı çok mu çok istiyor. Defter nefes, durmak da...

5 Nisan 2012 Perşembe

Hayali Aşklar, Sürprizler ve Anı Hissi

Hayali Aşklar (Les amours imaginaires), Musset’nin sözleriyle açılıyor.
Tek gerçek, mantıksızca sevmek…


‘Demek ki, bir aşk acısına tanık olacağız,’ derken bir de değil, iki aşk acısına tanık oluyoruz. Francis de, Marie da, (Adonis gibi dedikleri) Nicolas’a aşık oluyorlar. Bir nevi aşk seçimi bu. Peki oyunda kuralları sadece bir kişi belirlerse ne çıkar ortaya? Elbette dengesizlik..

Nicolas’ın, ilişki olasılıklarını bir oyuna dönüştürerek kontrol altında tutması ve neredeyse çocukça bir kisvenin altında, aldırmaz bir sadizmle tüm marifetlerini sergilemesiyle aşk acısı, aşk sıkışması hem Francis, hem Marie için tırmanıyor. Aşık olunan sevsin diye verilen çaba, en yakın arkadaşınla aynı hisleri yaşadığını görmek, kendine kızmak,  'onun görüşünü, kendi görünüşünü aşırı ciddiye almak', hepsi zorlu bir yarış.
Filmin enfes sürpriziyse Louis Garrel. Son karede, onun gülüşünde ve iki arkadaşın ona doğru hipnotize olmuş gibi yürümesinde, yeni bir Adonis bulduklarını anlıyorsunuz. Tüm filmin temize çekilmesi ve son nüktesi bu gülüş.

Geçen sene Festival'de gösterilen Non ma fille, tu n'iras pas danser’de de aynı ânı yaşamıştım. Film bilgilerinde Garrel'in adı yoktu. Onu görünce film keyfimin garantilendiğini düşünmüştüm. 
Bu keyfin nedeni için zamandışılık, perde büyüsü, iyi oyunculuk diyebiliriz; kabul. Ama bir de şu var:  Aktörler yolculuk arkadaşı değiller mi aynı zamanda? Bu anı hissi ile de selamlamaz mıyız bir oyuncuyu? 

Ve filmin Sevgili Dalida'sı:

                                      
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...