Tek gerçek, mantıksızca sevmek…
Nicolas’ın, ilişki olasılıklarını bir oyuna dönüştürerek kontrol altında tutması ve neredeyse çocukça bir kisvenin altında, aldırmaz bir sadizmle tüm marifetlerini sergilemesiyle aşk acısı, aşk sıkışması hem Francis, hem Marie için tırmanıyor. Aşık olunan sevsin diye verilen çaba, en yakın arkadaşınla aynı hisleri yaşadığını görmek, kendine kızmak, 'onun görüşünü, kendi görünüşünü aşırı ciddiye almak', hepsi zorlu bir yarış.
Filmin enfes sürpriziyse Louis Garrel. Son karede, onun gülüşünde ve iki arkadaşın ona doğru hipnotize olmuş gibi yürümesinde, yeni bir Adonis bulduklarını anlıyorsunuz. Tüm filmin temize çekilmesi ve son nüktesi bu gülüş.
Geçen sene Festival'de gösterilen Non ma fille, tu n'iras pas danser’de de aynı ânı yaşamıştım. Film bilgilerinde Garrel'in adı yoktu. Onu görünce film keyfimin garantilendiğini düşünmüştüm.
Bu keyfin nedeni için zamandışılık, perde büyüsü, iyi oyunculuk diyebiliriz; kabul. Ama bir de şu var: Aktörler yolculuk arkadaşı değiller mi aynı zamanda? Bu anı hissi ile de selamlamaz mıyız bir oyuncuyu?
Ve filmin Sevgili Dalida'sı:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder