Kısacası, akılda kalıcı bir hikaye kişisiydi. Hikayesi daha yokken bile.
TOMRİS UYAR, YÜREKTE BUKAĞI
Yazdıklarımı okuduğunda üzülürdü.
Evliliği anlatıyordum öykülerimde. Onu yazmıyordum gerçekte. Ama öyle şeyler söyledi ki sonunda onu yazdım. Kendi kendini bıraktıran adamı…
On dokuzumuzdan beri birlikteydik. İlk yıllarda başımızı Yeldeğirmeni avlusuna kaldırırdık. Yüksek tavanlı, eski bir masal evi. Tek düşümüzün birbirimiz olduğu zamanlar... Bir hafta evden çıkmadığımız olurdu.
Evin tam orta yerinde, pencerelere uzak, karanlık bir odamız vardı. Millet gelip de “Burası çok karanlık ama,” dediğinde biz birbirimize bakar gülümserdik. Her yer öyle güneşle doluydu ki karanlık bir yerimiz olması rahatlatırdı bizi. Gün ortasının haz yorgunluklarını attığımız kanepe, işte evin ortasındaki bu dingin boşluktaydı. Bizi zorlayan ışıktan uzakta… Ben çok gençtim. Orada tüm gün film izlerken cips yer de hiç kilo almazdım.
Yazmaya başladığımda evli değildik. Evlendiğimizde Moda’ya taşındık.
Her zaman kolay olmuyordu. Dutu dişlerinin arasına alıp sapından çekmek gibi… Bazen sapın bir kısmı da dişler arasında kalıveriyordu. Onun, yazdıklarımı hakikat kabul etmesine şaşırıyordum. Bir gün kavgada artık iyice saçmaladığını söyledim. Dutun sapı mapı kalmamıştı.
O ev bize uğursuz geldi. Karanlık odamız yoktu da ondan mı? Artık bedenlerimizi serip uyuşukluk içinde yatmıyorduk. Öykülerim mutsuzluk ekseninde, evlilik yörüngesindeydi. Ya da ortalama mutluluk… aynı şey, değil mi?
Sonra bir öykümü okudu.
“Bu o,” dedi, “onu anlatmışsın. Ne oldu, ona aşık mısın, bir şey mi var aranızda?”
“Bu kurmaca, biliyorsun.”
“Ama onu yazıyorsun.”
“Yazmıyorum.”
“Yeldeğirmeni’nde geçiyor, o gerçek?”
“İşte gerçek’ten bir o sızmış.”
….
“Bu bir çeşit macera,”
“Al maceranı da,” demesiyle… ip koptu.
Şimdi Moda’da, ışıklı evimde onu yazıyorum.
Zorla yazdırdı kendini.
Yanımda O.
Zorla verdi beni O'na...
Yanımda O.
Zorla verdi beni O'na...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder