4 Ocak 2018 Perşembe

ASLI ERDOĞAN, KUNDERA ve MÜNZEVİNİN RUHU



“Dünyayla savaşa kalkışacaksan, onun tarafını tutmalısın, kendini değil.”
Aslı Erdoğan, "Bir Yolculuk Ne Zaman Biter"

"Kadın Özgürlüğü için Simone de Beauvoir Ödülü", bu yıl Aslı Erdoğan'a verildi. Önümüzdeki günlerde ödülünü Paris'te bizzat alacak olan Erdoğan'ı da anlattığım ve Aykırı Akademi'de yayımladığım yazımı aktarıyorum. 
Mutlulukla, özgürlük ilhamıyla, okuma ve yazma hazzıyla...
-------
“Dünyayla savaşa kalkışacaksan, onun tarafını tutmalısın, kendini değil,” diyen kitap benim için bulunmuş bir kitaptır. 
Neye bu vurgu?
Aslı Erdoğan, yıllar önce Radikal Kitap’ta yayımlanan söyleşisinde ‘Bir Yolculuk Ne Zaman Biter’ için “Bir ölçüde kayıp bir kitaptır o, garip bir sessizlikle karşılanan bir kitaptır,” diyordu. Geçtiğimiz günlerde, Aslı Erdoğan ‘Ord i Grenseland (Sınırda Kelimeler) – isim şahane değil mi- Edebiyat Festivali’nde verilen ‘Özgürlük Ödülü’nü aldığında, yazarın kurmaca eserlerinden önce, zihnimde deneme olarak yer etmiş yazıları geldi aklıma ve elim “Bir Yolculuk Ne Zaman Biter”e gitti. Sessizlik bir yana halen capcanlı kendine çağıran kitaba… 
İlk bölümün adı derinlik ve sükunet vaadi taşır: “Münzevinin Ruhuyla Sohbeti”. Benim uzun zamandır özlediğim ve arttıra arttıra eksiltemediğim hayatımda bir özlem, inziva. Öyle bir özlem ki içinde aksini de barındırıyor. Bir yandan koşturma tazeliği ile yardımcı olma, uçarcasına yaşama ve gürül gürül akma şansını yakalarken bir yandan da kendimi özlüyorum. 
Kendimi özlüyorum diyen bir yazar, blok zamanla yazmayı özlüyordur.
Kundera, Ölümsüzlük’te ben’in biricikliğini geliştirmenin iki yönteminden bahseder: Ekleme ve eksiltme yöntemi. Buradan birbirlerinin tam tersi yöntemlere başvuran Laura ve Agnes’i anlatır. Klan belirlemek aidiyete işaret edecekse ben Laura gibi arttıranlardanım, Aslı Erdoğan Agnes gibi eksiltenlerden. Öyle görünüyor; bilemeyiz…
Bir yazarı aynanın diğer tarafında görmek hep ilginçti, hep başka bakıştı. Bende kaybolmadı, ses veriyorum. Blok zamanı zor bulsam da elimden hiç düşmeyen defterimle sokaklardayım. “Bu kentin kafelerinde öpüşülmüyordu, kimse kimseye övgüler düzmüyor, serenatlar yapmıyordu,” diyor Erdoğan. Kentin en işlek yerinde her gün girip çıktığım, dostlarımla buluştuğum, yazı yazdığım kafeleri düşünüyorum. Metropolün marifeti, keşfe açık kapıları. Erdoğan’ın yolculuğu, doğal keşif. “Kesinlikle hedefsiz bir yolculuk bu. Çünkü hedef belirlersen, bir tek onu görür ve aslında her şeyi kaçırırsın,” diyor hemen sonra. 
Kendi ben’ine kattıklarından bahseden Kundera’ya dönüp övgüleri, serenatları, öpüşmeleri ben’ine katanın, yolculuğun da tadını çıkardığını söylüyorum. Kundera başka kapılardan da geçer haliyle. Ama nasıl oluyorsa yapmadığımı yapıyor ve duruyorum. Denemenin en sevdiğim yanlarından biri bu işte. Kapıda olmak… Beklemek ve düşünmek. Deneme, fikir mağarasına girip her taşın altında bir sözcük bulmak. Kendi bildiğim mağaralara, dehlizlere girmişim, oradan ilerliyorum. Ve hangi taşın altından hangi sözcüğün çıkacağını, hangi gizli kaynaktan nasıl bir fikir kaynayacağını bilmiyorum. 
İnziva istemiştim değil mi, bakın yazı müddetince bir mağaraya girdik beraber… bir anda kapandık, hem hedefsiz hem arttırma üzerine kurduğum haritama size anlattığım için pusula oldunuz, evet siz… siz de mağaradaydınız... az daha kalalım ve hatta siz de yazın… ben’inize kattıklarınızla… dünyanın tarafını tutan hem münzeviler, hem yolcularız ne de olsa…


Pınar Sönmez
(Yazı, Aykırı Akademi'de yayımlandı.)
fotoğraf: Sevgili Gözde Eloise :) (Gözde Hatunoğlu)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...