20 Mart 2020 Cuma

İşte Malcolm Lowry şaheseri "Yanardağın Altında": İnsanlık Halini Tanımlama ve Tamamlama

Uzun yıllarını tek bir romana vermek, ezilmez bir güçle inanarak yazmaya devam etmek, bu azim ve istek büyüleyici.

Malcolm Lowry’nin neredeyse bilinen tek romanı olan Yanardağın Altında bir kült roman. Yazar, bir bölümünü II. Dünya Savaşı sürerken yazdığı ve toplam dokuz yılda kaleme aldığı romanda insanlık ruhu ve varoluş ile ilgili temel dertlerini, yarattığı her bir karakterle, ayrı ayrı anlatıyor.

Romanın her bölümünde hayattan alınma, kendine özel, sıra dışı bir ritm var. Kimi zaman ironi yükselişe geçiyor, kimi zaman politik eleştiriler… Bu nedenle de roman, çok sayıda eleştiri dosyasının konusu olmuş ve üzerine çok sayıda makale yazılmış, hakkında incelemeler yapılmış.

Ömer Türkeş, Weiss konulu yazısında, “Homeros’un İlyada’sından bu yana edebiyatın pek çok büyük eserinde savaşlar tarihsel süreçlerin insan kaderlerine yaptığı etkileri göstermek için ilham vermiştir,” der. Lowry de savaşı yazıyor, ama ekseni kendisi. O, insanlığı savaşın genel öğeleri, biçimi üzerinden değil, savaşa sürüklenenler ve kendi karakteri üzerinden etiketliyor.

Romanın çevirmeni Sinan Fişek, “Söz konusu olan sıradan bir kitap değil, Lowry’nin kendisiydi: Yani insanlığın geçmişi ve geleceği, evrenin anlamı ve tarihi,” diyerek yazarın ağırlık merkezini vurguluyor. Konsolosun ve diğerlerinin kendilerini arayışları da insanların hem kendi iç dünyalarıyla hem de dış dünyayla, savaşla, insanın yabanıl doğasıyla gösteriliyor.

Sinan Fişek, Malcolm Lowry’nin, yaşamını tek başına, kendi kişisel çukurunun dibinde tükettiğini belirtiyor. Aynı yorum, Yanardağın Altında’nın baş karakteri olan ve yazardan izler taşıyan Konsolos için de pekâlâ yapılabilir. Kendi hayatıyla romanın başkarakteri konsolosunkinin benzerliği, tüm roman boyunca tekilanın atası mescali su yerine içen, üzerine de bunun “bir besin maddesi” olduğunu söyleyen Konsolos, bir an yerde yatıp kalırken hemen ardından uzun uzun karısının onu terk ettiği zamandaki kötü günlerini anlatıyor. Sonra onlar da geliyor ve tüm bir insanlığın anlaşılma ile  kutsanma macerasını görüyorsunuz. Savaş aşkın, aşk evliliğin sahnesi. Anlam ne, sorusunun içine toplumsal ve kişisel tüm öğeler katılıyor, hepsi birbirinin tamamlayıcısı, fonu oluyor, insanlık tözü oluşuyor.


Bu anlamda sarhoşluk da ayıklığı anlatıyor. Ölüm hayatı, savaş barışı işaret ediyor. Tüm kavramlar, önermelerinin içinde zıtlarını barındırarak kendilerini tamamlıyorlar aslında. Aynı, karakterlerin yap-boz olup birbirine geçerek insanlık halini tanımlamaları ve tamamlamaları, böylelikle simgeleşmeleri gibi…

Konsolos’un sarhoşluğu, bir düzeyde insanlığın savaş yıllarında ya da hemen öncesinde içinde bulunduğu evrensel sarhoşluk. Alkol ciddi bir fon oluştururken olay örgüsü içindeki ayıklık-sarhoşluk halleri insanlık bilincinin ve tarihinin, bir anlamda evrimin metaforu.

Her bölümde alkole sarılan roman, senaryosunu Paul Auster’ın yazdığı Smoke filmini de hatırlattı bana. Sigara içmediğim için hissetmemiştim filmin sigara tiryakisi izleyiciye yaşattığı zorluğu. Arkadaşlar, film boyunca sigara içilirken sinema koltuğuna çakılı olmanın ne zor olduğunu, filmin ironisinin de bu olduğunu söylemişlerdi. “Limonu emerken tekilanın ateşinin omuriliğinden aşağı aktığını hisseden Konsolos”, Smoke filminin seyircilerine yaptığı etkiyi yaratıyor. Aynı kışkırtıcı atmosfer…

Lowry’nin editöre yazdığı, eleştirilere teker teker yanıt veren ve çevirmenin bir başyapıt olarak nitelediği mektup, kitabın sonuna eklenmiş. Mektup, romana farklı, ilgi çekici bir yön kazandırıyor. Her bir bölüme getirilen önerilere derinlemesine yanıt verişi romanın tadını arttırıyor. John Fowles’ın Yaratık’ında da yazarın romana ilişkin düşüncelerini paylaştığı yazının romanı tamamladığını, sarıp sarmaladığını düşünmüştüm. Zihinde yeni pencereler açarken esere bir kılavuz olan bu yazılar sayesinde yazarların imgelerini, düşüncelerini bir kez de bu rotayla okumak istiyor insan.

Kitap, çevirmen Sinan Fişek’in yazısı ve Lowry’nin düşüncelerini açıklayışıyla böyle büyük bir roman için en güzel sunuş.

Pınar Sönmez


(ilk olarak Egoist Okur'da yayımlandı

11 Ekim 2019 Cuma

FOTOĞRAFTA İKTİBAS VE İNTİHAL, ÖZGÜNLÜKTE ADIM ADIM

FOTOĞRAFTA İKTİBAS VE İNTİHAL, ÖZGÜNLÜKTE ADIM ADIM 

Av. PINAR SÖNMEZ

(Foto Atlas 2019 Yaz sayısında yayımlandı.)





Esinlenme, yasal ve yasal olmayan alıntı, fotoğraftan tıbba, edebiyattan sinemaya pek çok ilim ve sanat alanını ilgilendiriyor, çok etkiliyor. 
5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun gerekçesinde ülkemizdeki ilim, sanat ve kültürün ilerlemesi var. Bu ilerleme yepyeni ve özgün eserlerle sağlanabilir. Çalıntı derecesindeki alıntılar bu amaca hizmet etmediği gibi intihalin kimseye de kalıcı ve saygın bir yarar sağlaması mümkün değil. Amaç, yeni eserler ve eser sahibinin haklarınınn korunması ile ilerlemeyi sağlamak… İşte bu nedenle, fikri hakların temelinde emek ilkesi olduğu da hep hatırlanmalı. 
Öncelikle bilinmesi gereken, tanımlar. İktibas, bir eserde yer alan bazı kısımların, başka bir eserde kullanılması demek. İntihal ise başkasına ait eserlerin önemli bir kısmının alınmasıdır. Bir anlamda, iktibas yasal alıntıdır, intihal yasal olmayan alıntı…
ESER: Bir eserin intihalinden söz edilebilmesi için çalıntı yapılan eser, bağımsız bir eser olmalıdır.  Bu durumda, ilk adım: Eser nedir? Bir ürünün eser olabilmesi için kanunda yazılı eser çeşitlerinden birine girmesi ve ayrıca eser sahibinin hususiyetini taşıması gerekir. 
Uygulamada özellikle davanın daha ilk başında taleplerimizde de dile getirdiğimiz gibi intihal yapılan eserin “eser” olduğunun tespitinin ardından uyuşmazlık konusunun ele alınması usul ekonomisi ve esas bakımından da yerindedir.
FOTOĞRAFIN ESER ÖZELLİĞİ: FSEK m. 2/3’e göre estetik vasfı bulunmayan her nevi teknik ve ilmi mahiyette fotoğraf eserleri, ‘ilim ve edebiyat eseri’ olarak korunur. FSEK m. 4’te ise güzel sanat eserlerinin estetik niteliğe sahip olması gerektiği belirtilir; sekiz bent halinde güzel sanat eseri kabul edilen fikir ürünleri sıralanır; maddenin 5’inci bendinde ise ‘Fotoğrafik eserler ve slaytlar’ da yer alır. Eser olma koşullarını taşıyan basın fotoğrafları da somut olaya göre değerlendirilmek şartıyla FSEK m. 2 kapsamında teknik ve ilmi eser sayılabilir. Kaldı ki bir teknik ve ilmi eser de estetik değer içerebilir ve bu durumda her iki maddenin de korumasından söz edilebilir. 
Eser niteliği bulunmayan ‘alelade’ ibaresiyle kategorilendirilen fotoğraflar da FSEK md. 84/son ile haksız rekabet hükümlerine göre korunuyor.
İKTİBAS SERBESTİSİ:  Tanımlar, hukuki haller ve özgürlükler sınırlarla belirleniyor. İktibas Serbestisi’nin caiz olduğu haller 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu md. 35’te yazılı: 1. Alenileşmiş bir eserin bazı cümle ve fıkralarının müstakil bir ilim ve edebiyat eserine alınması 2. Yayımlanmış bir bestenin en çok tema, motif, pasaj ve fikir nevinden parçalarının müstakil bir musiki eserine alınması 3. Alenileşmiş güzel sanat eserlerinin ve yayımlanmış diğer eserlerin, maksadın haklı göstereceği bir nispet dahilinde ve münderacatını aydınlatmak maksadiyle bir ilim eserine konulması 4. Alenileşmiş güzel sanat eserlerinin ilmi konferans veya derslerde, konuyu aydınlatmak için projeksiyon ve buna benzer vasıtalarla gösterilmesi.”
Yasa koyucu, 35/3 ve 4’te güzel sanat eserlerine özel bir iktibas kuralı getirmiştir. Gaye, güzel sanat eserlerinin ancak bilimsel amaçlarla kullanılmasıdır.
Bu durumda; iktibas, yararlanılan eserdeki belli parçaların aynen kullanılarak aktarılması ve yararlanılan eseri kaynak olarak gösterme ile mümkün olur.  Alenileşmemiş eserden iktibas yapılamaz. Önemli eşik, yapılan iktibasın yeni eserin bağımsızlığını ve özelliğini ortadan kaldırmaması gerektiğidir. İktibasın, belli olacak şekilde, eser ve eser sahibine ilişkin bilgilerin açıkça yazılarak yapılması uygun olur.
Bağımsız bir eserden söz edilemeyecek derecede benzerlik varsa yolsuz iktibas söz konusu olur, bu da intihal demektir.

İNTİHAL: İntihal, başkasının eserini kendisininmiş gibi gösterme eylemi olarak tanımlanıyor. Bir başkasının eserini, kendi adına neşretmek, sahibinin adını hiç zikretmeden bir eseri kısmen veya tamamen, doğrudan veya dolaylı yansıtan her alıntı, intihal kapsamında değerlendirilir.
Yukarıda yazdığım üzere, FSEK md. 35/3 ve 4’te güzel sanat eserlerine, görsel sanatlara özel bir durum mevcut. Diğer eser türlerinde intihal, bir parçanın alınması ile gerçekleşebilirken görsel sanat eserlerinde eserin tamamının çalınmış ya da kopyalanmış olması halinde gerçekleşiyor. 
Eser niteliğindeki bir fotoğrafı, bilimsel eser, bilimsel konferans veya derste içeriği aydınlatmak amacıyla ve makul ölçüde kullandınız: Sorun yok, zira iktibas serbestisi içinde kaldınız. Ama fotoğraf dahil bir güzel sanat eserini başka bir güzel sanat eserinde veya sinema eserinde eseri canlandırmak, esere katkı sağlamak için kullandığınızda artık eyleminiz iktibas serbestisi içinde değilsiniz. Yazılı izin almanız ya da telifini ödemeniz uygun olacaktır. 
Tam da buna örnek teşkil eden bir olay hakkında soru aldım. Ülkemizin aynı zamanda çok iyi bir fotoğrafçısı olan önemli bir yönetmeninin çektiği fotoğrafların birebir aynısının, resimlerinin yapılarak satışa çıkarıldığını bildirdiler. “Bu durumda yönetmen ne yapabilir?” Kendisine de mütalaa ettiğim gibi, hem cezai yaptırım uygulanmasını teminen suç duyurusunda bulunabilir, hem de tazminat davası açabilir. Buradaki temel kriter, yapılan resmin satışa çıkarılmış olması. Çünkü işleme, yayma, çoğaltma mali haklarının yanında manevi haklarının da ihlali söz konusu. 

BASIN VE İKTİBAS: Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu Madde 36’da Gazete münderecatı” başlığı altında özel bir iktibas serbestisi getirilmiştir. “Basın Kanununun 15 inci maddesi hükmü mahfuz kalmak üzere basın veya radyo tarafından umuma yayılmış bulunan günlük havadisler ve haberler serbestçe iktibas olunabilir. Gazete veya dergilerde çıkan içtimai, siyasi veya iktisadi günlük meselelere mütaallik makale ve fıkraların iktibas hakkı sarahaten mahfuz tutulmamışsa aynen veya işlenmiş şekilde diğer gazete ve dergiler tarafından alınması ve radyo vasıtasiyle veya diğer bir suretle yayılması serbesttir,” denilmektedir. 
Her ne kadar başlık “basın yoluyla yapılan tüm açıklamalar” olsa da fotoğraf ve resimler de bu maddeye göre serbestçe iktibas edilebilir. Buradaki eşik ise bağımsız ve yeni bir eser yaratmış olmak değil, kamunun haber ve bilgi alma ihtiyacını karşılamaktır. Kullanılan fotoğrafın olayı açıklanması ve haber kapsamında olması gerekliliği göz önünde bulundurulmalıdır. Haberden iktibas yapılacaksa yine mutlaka kaynak göstermelidir.
Bir serbestiyet hali de Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu m. 37’de yer verilen ve “Haber” başlığındaki tariftir. Bu maddenin, m. 36’dan farkı, burada konu “basın münderecatı” değil, tam tersi “basın münderecatı” olmayan fikir ve sanat eserlerinin basın tarafından haber verme hakkı kapsamında iktibas yoluyla kullanımıdır. Buradaki sınır da fotoğrafların “haber mahiyetinde olmak ve bilgilendirme maksadını aşmamak kaydıyla, makul ölçüde” kullanılabilmesidr. 
HUKUKİ YOLLAR: Hak sahipleri somut olaya göre tespit, tecavüzün ref’i , tecavüzün men’i ve tazminat davalarını açabilirler. 
Tecavüzün refi davası açısından güzel sanat eserlerinde özellik var. FSEK md. 67/son’a göre güzel sanat eserinde bir değişiklik söz konusuysa, eski hale getirme veya eserden adının kaldırılmasını isteme hakları da mevcut. 
FSEK md. 71/3’e göre, intihal eylemi nedeniyle  ceza davası da açılabilir. 

İlerleme, yenilik, özgünlük, emek, hak bilmek odağında üretimle güçlensin “Görme Biçimleri”…

17 Mayıs 2019 Cuma

FOTOĞRAF, O BİRİCİK AN VE HUKUK

FOTOĞRAF, O BİRİCİK AN VE HUKUK 


PINAR SÖNMEZ




Robert’ı, Patti Smith’e söyler: “Kimse bizim gördüğümüz gibi görmüyor Patti.”
Fotoğrafa ne kadar yakışan bir tabir… 
Dünyayı, duyguları, zamanı bambaşka görmenin binbir biçiminden hareketle John Berger’e de sevgimi göndererek başlayayım fotoğrafın eser olmasına ilişkin hukuki bilgilere, yorumlara ve tabii ki önerilere…
Fotoğrafın, “O Biricik An”ın, hukuk ile ilişkisi nasıl? 
Fotoğrafın yasal koruma kapsamında ilk olarak ele alınması 1948 yılı tarihli Brüksel Revizyonu’nda gerçekleşir. Hukuki bakışta, bazı fotoğrafların korunacağı, bazılarının ise eser olarak değil diğer hükümlere göre korunabileceği düşüncesine gelinir.



Fotoğraf üzerindeki hakları koruma yollarını doğru belirleyebilmek için önce yasa tarafından kabul edilen ayrım ve türleri açıklamakta, eser niteliğinde olan ve olmayan fotoğraf ayrımını dile getirmekte fayda var. Zira bir fotoğrafın eser niteliğine olup olmadığına bağlı olarak haklarını koruma imkanları da değişiyor. 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun (FSEK) 1/B-a maddesi, “Eser, sahibinin hususiyetini taşıyan, ilim ve edebiyat, musiki, güzel sanatlar ve sinema eserleri türlerinden birisi içine giren her nevi fikir ve sanat mahsulüdür” diyor. Bu anlamda bir mahsulün FSEK’e göre eser sayılabilmesi için fikrî bir çaba sonucu oluşmuş olmasının yanı sıra iki şart daha aranıyor:
  1. Eserin sahibinin hususiyetini taşıması (subjektif unsur). Bu husus, eserin sahibinin özgün bir düşüncesinin ürünü olması ve yaratıcılığını yansıtması olarak anlaşılıyor.
  2. Kanunda sayılan eser türlerinden birine girmesi (objektif unsur).
FSEK’e göre eser niteliğindeki fotoğraflar; bedii (estetik) vasfı bulunmayan her nevi teknik, ilmi mahiyette fotoğraflar ile güzel sanat eseri niteliğindeki fotoğraflar, slaytlardır.
FSEK m. 2/3’e göre estetik vasfı bulunmayan her nevi teknik ve ilmi mahiyette fotoğraf eserleri, ‘ilim ve edebiyat eseri’ olarak korunur. FSEK m. 4’te ise güzel sanat eserlerinin estetik niteliğe sahip olması gerektiği belirtilir; sekiz bent halinde güzel sanat eseri kabul edilen fikir ürünleri sıralanır; maddenin 5’inci bendinde ise ‘Fotoğrafik eserler ve slaytlar’ da yer alır. Eser olma koşullarını taşıyan basın fotoğrafları da somut olaya göre değerlendirilmek şartıyla FSEK m. 2 kapsamında teknik ve ilmi eser olarak sayılabilir. Kaldı ki bir teknik ve ilmi eser de estetik değer içerebilir ve bu durumda her iki maddenin de korumasından söz edilebilir. 
Bununla birlikte yasalar, eser sayılmayan ancak eserle yakın ilişkili bazı konuları da koruma altına alıyor. Eser niteliği bulunmayan ‘alelade’ fotoğraflar, FSEK md. 84/son ile haksız rekabet hükümlerine göre korunuyor. Ayrıca FSEK m. 85. ve 86. ile de kişilik haklarının korunması söz konusu. Öte yandan, fotoğraf, eser olarak tanımlanmasa da fotoğrafa konu olan kişilerin korunmasına ilişkin düzenlemeler de mevcut.
Ancak FSEK bağlamında fotoğraf sanatçısının hususiyetini kattığı, yani özgün görsel anlatım unsurları taşıyan işler eser kabul edileceğinden, uyuşmazlık halinde bir fotoğrafın estetik değere sahip olup olmadığına uzman bilirkişilerin karar vermesi gerekiyor. Mahkeme ayrıca fotoğrafçılıkta telif hakları konusunun çok geniş bir alan olduğunu, çok sayıda fotoğrafın birçok yönden birbirine benzeyebileceğini; bu gibi durumlarda hususiyetin tespiti için konu seçimi, zamanlama, kullanılan makine, film ve objektif gibi diğer ölçütlere başvurulması gerektiğine işaret ediyor.
FSEK madde 8’de eser sahiplerinin kim olduğu da tanımlanıyor. Buna göre “Bir eserin sahibi onu meydana getirendir.” Ayrıca fotoğrafların bir şekilden diğer şekillere sokulması da ‘işlenme ve derleme’ olarak nitelendiriliyor. Dolayısıyla bu yapıtları üretenlere de ‘eser sahibi’ sıfatı ile çeşitli hakları kullanma, bu hakların korunması konusunda hukuki taleplerde bulunma yetkisi veriliyor.
FSEK m. 27’de ise koruma süresi belirtilir.  Buna göre, koruma, eser sahibinin yaşadığı müddetçe ve ölümünden itibaren 70 yıl devam eder. Bu süre, eser sahibinin birden fazla olması durumunda, hayatta kalan son eser sahibinin ölümünden itibaren yetmiş yıl geçmekle son bulur. Sahibinin ölümünden sonra alenileşen eserlerde koruma süresi ölüm tarihinden sonra 70 yıl. İlk eser sahibi tüzelkişi ise, koruma süresi aleniyet tarihinden itibaren 70 yıl. 
“Hangi fotoğraflarımı koruma altına alabilirim?” ya da “Korumanın sınırları nedir?” gibi sorularımıza en iyi yanıtı ise temel uluslararası hukuk kuralları, anlaşmalar, yasalar ile mahkeme kararları veriyor. Gerek Avrupa Birliği’nin en üst düzey yargı organı olan Avrupa Topluluğu Adalet Divanı’nın kararları, gerek uygulamalar, fotoğrafçılık alanındaki eserlerin telif hakkı korumasından yararlanabilmesine yönelik belli başlı ölçütleri ortaya koyuyor ve bu kararlar ülkemizdeki uygulamalara da yön verebilecek nitelik taşıyor.
Söz konusu hakların korunmasını teminen, fotoğrafçıların olası bir davada ispat aracı olarak kullanılabileceği düşüncesiyle bazı detayları göz önünde bulundurmaları öneriliyor. Dr. Şafak Parlak Börü’nün “Fotoğraf Üzerindeki Haklar” adlı kitabında da belirttiği üzere, eser sahibinin elinde fotoğrafın negatif veya diyapozitifinin bulunması, dijital fotoğraflardaysa iddia sahibinin fotoğraf makinesinden üretilmiş olduğunu gösteren dijital kod veya RAW formatlı dosyalara sahip olunması bu açıdan önem arz ediyor. Ayrıca, fotoğrafçının, ihtilaf konusu fotoğrafın yer, zaman, ışık, çekim tekniği ve diğer özgün unsurlarını taşıyan diğer benzer fotoğrafları da saklamış olması ve gerektiğinde sunabilmesi mahkeme için önemli birer delil.
Öte yandan, son zamanlarda yeni bir metot olarak “elektronik zaman damgası” da dikkat çekiyor ve önerilmeye uygun. Zaman Damgaları belli bir verinin belirtilen bir tarihte var olduğunu kanıtlıyorlar. Zaman Damgası Sunucusu, zaman damgalarını imzalamak için açık anahtar teknolojisini kullanarak, verinin bütünlüğünü ve belirli bir tarihteki varlığını onaylıyor. Fotoğraf ve her türlü elektronik veri için fikri hakkı ispat aracı olarak zaman damgası alınabilir.
Eserin yaratılmasıyla birlikte fotoğrafçının eser sahipliğinden doğan mali ve manevi hakları bulunuyor. Eser sahibi, fotoğrafı üzerindeki mali hakları devredebileceği gibi eser sahibinin fotoğrafın sadece kullanılması açısından yetki vermesi (lisans) de mümkün olabiliyor. 
Son olarak belirtmeli ki Fikir ve Sanat Eserleri Kanunun amacı yaratıcılığı, eseri, eser sahibini korumak olduğundan eserle yakın ilişki içinde olan bazı ürünler de farklı maddelerle koruma altına alınmıştır. Buna göre, FSEK m. 83’e göre, “Bir eserin adı, alametleri ve çoğaltılmış nüshalarının şekillerinin korunması” da ayırt edici olma, iltibasa meydan verebilecek tarzda kullanılma, kamuya sunulmuş olma şartlarıyla haksız rekabet esasına göre korunmaktadır ve bu maddeden eser niteliğine haiz olmayan fotoğraflar da yararlanır.

Önlem önerilerini dikkate alın. Hukuk çerçevede anlattığım hususlarda sizi koruyacak. İlk cümle Patti Smith’in çok sevdiğim kitabı Çoluk Çocuk’tandı. Patti, başkalarının fotoğraflarından kendine kolajlar yapan Robert’a etkili sesiyle ısrar eder: “Kendi fotoğraflarını çekmelisin.” 

Evet, kendi dünyanızı yaratın isterim, çünkü bir tek siz öyle görüyorsunuz, çünkü o bir tek sizin “biricik an”ınız…

4 Ocak 2018 Perşembe

ASLI ERDOĞAN, KUNDERA ve MÜNZEVİNİN RUHU



“Dünyayla savaşa kalkışacaksan, onun tarafını tutmalısın, kendini değil.”
Aslı Erdoğan, "Bir Yolculuk Ne Zaman Biter"

"Kadın Özgürlüğü için Simone de Beauvoir Ödülü", bu yıl Aslı Erdoğan'a verildi. Önümüzdeki günlerde ödülünü Paris'te bizzat alacak olan Erdoğan'ı da anlattığım ve Aykırı Akademi'de yayımladığım yazımı aktarıyorum. 
Mutlulukla, özgürlük ilhamıyla, okuma ve yazma hazzıyla...
-------
“Dünyayla savaşa kalkışacaksan, onun tarafını tutmalısın, kendini değil,” diyen kitap benim için bulunmuş bir kitaptır. 
Neye bu vurgu?
Aslı Erdoğan, yıllar önce Radikal Kitap’ta yayımlanan söyleşisinde ‘Bir Yolculuk Ne Zaman Biter’ için “Bir ölçüde kayıp bir kitaptır o, garip bir sessizlikle karşılanan bir kitaptır,” diyordu. Geçtiğimiz günlerde, Aslı Erdoğan ‘Ord i Grenseland (Sınırda Kelimeler) – isim şahane değil mi- Edebiyat Festivali’nde verilen ‘Özgürlük Ödülü’nü aldığında, yazarın kurmaca eserlerinden önce, zihnimde deneme olarak yer etmiş yazıları geldi aklıma ve elim “Bir Yolculuk Ne Zaman Biter”e gitti. Sessizlik bir yana halen capcanlı kendine çağıran kitaba… 
İlk bölümün adı derinlik ve sükunet vaadi taşır: “Münzevinin Ruhuyla Sohbeti”. Benim uzun zamandır özlediğim ve arttıra arttıra eksiltemediğim hayatımda bir özlem, inziva. Öyle bir özlem ki içinde aksini de barındırıyor. Bir yandan koşturma tazeliği ile yardımcı olma, uçarcasına yaşama ve gürül gürül akma şansını yakalarken bir yandan da kendimi özlüyorum. 
Kendimi özlüyorum diyen bir yazar, blok zamanla yazmayı özlüyordur.
Kundera, Ölümsüzlük’te ben’in biricikliğini geliştirmenin iki yönteminden bahseder: Ekleme ve eksiltme yöntemi. Buradan birbirlerinin tam tersi yöntemlere başvuran Laura ve Agnes’i anlatır. Klan belirlemek aidiyete işaret edecekse ben Laura gibi arttıranlardanım, Aslı Erdoğan Agnes gibi eksiltenlerden. Öyle görünüyor; bilemeyiz…
Bir yazarı aynanın diğer tarafında görmek hep ilginçti, hep başka bakıştı. Bende kaybolmadı, ses veriyorum. Blok zamanı zor bulsam da elimden hiç düşmeyen defterimle sokaklardayım. “Bu kentin kafelerinde öpüşülmüyordu, kimse kimseye övgüler düzmüyor, serenatlar yapmıyordu,” diyor Erdoğan. Kentin en işlek yerinde her gün girip çıktığım, dostlarımla buluştuğum, yazı yazdığım kafeleri düşünüyorum. Metropolün marifeti, keşfe açık kapıları. Erdoğan’ın yolculuğu, doğal keşif. “Kesinlikle hedefsiz bir yolculuk bu. Çünkü hedef belirlersen, bir tek onu görür ve aslında her şeyi kaçırırsın,” diyor hemen sonra. 
Kendi ben’ine kattıklarından bahseden Kundera’ya dönüp övgüleri, serenatları, öpüşmeleri ben’ine katanın, yolculuğun da tadını çıkardığını söylüyorum. Kundera başka kapılardan da geçer haliyle. Ama nasıl oluyorsa yapmadığımı yapıyor ve duruyorum. Denemenin en sevdiğim yanlarından biri bu işte. Kapıda olmak… Beklemek ve düşünmek. Deneme, fikir mağarasına girip her taşın altında bir sözcük bulmak. Kendi bildiğim mağaralara, dehlizlere girmişim, oradan ilerliyorum. Ve hangi taşın altından hangi sözcüğün çıkacağını, hangi gizli kaynaktan nasıl bir fikir kaynayacağını bilmiyorum. 
İnziva istemiştim değil mi, bakın yazı müddetince bir mağaraya girdik beraber… bir anda kapandık, hem hedefsiz hem arttırma üzerine kurduğum haritama size anlattığım için pusula oldunuz, evet siz… siz de mağaradaydınız... az daha kalalım ve hatta siz de yazın… ben’inize kattıklarınızla… dünyanın tarafını tutan hem münzeviler, hem yolcularız ne de olsa…


Pınar Sönmez
(Yazı, Aykırı Akademi'de yayımlandı.)
fotoğraf: Sevgili Gözde Eloise :) (Gözde Hatunoğlu)

25 Kasım 2017 Cumartesi

MURAT YALÇIN, ÖYKÜ VE DÜŞÜNCE BERRAKLIĞI



72. Yunus Nadi Öykü Ödülü'nün sahibi Murat Yalçın oldu. Sevgili Yalçın'ı sevinçle tebrik ediyorum. 
Bu vesileyle, Murat Yalçın'la bir sohbetimizden sonra kaleme aldığım ve daha önce Egoist Okur'da yayımlanan denememi aktarıyorum. Görüyorum ki bu sohbetteki temalar, ufuktaki (ödüle de konu) "Pera Mera"ya işaret fişeği... 



Calvino, Edgü, Bilge Karasu, Tomris Uyar, Gogol, Nabokov, Aurelius, Orhan Duru, Octavio Paz, Vüs’at O. Bener, Proust, Wilde, Flaubert, Gülten Akın, Melih Cevdet Anday, Gide, Ataç, Cortazar, Gogol, Bachelard, Barthes, Bachmann, Baudrillard, Woolf, Hulki Aktunç, Breton, Salâh Birsel, Goethe, Yusuf Atılgan, Svevo.

Ve dahası…

Murat Yalçın’ın “Kontrol Kalemi”ni kitaplığınıza yakın bir yerde okuyun.

Hep böyle olur. Yazmak üzerine yazılanlar görüldükçe hem daha çok okumak, hem daha çok yazmak istenir. Bir de dostlarla sohbet sonrası… Murat Yalçın’ın “Kontrol Kalemi” de onun yazma, okuma ve yaşama örgüsü, “düş-düşünce mayaları”.

Yazar, “Bana kitaplarını göster, sana geleceğimizi söyleyeyim,” diyerek yakınlığın ışıklı kestirme yolunu anlatıyor okura. Hem ne de olsa “Yazının soyu sopu, kan bağı vardır.”

Uğraşlar, edebiyat, hayat ve yazmak üzerine yapılan zamansız sohbetler “Bin Bir Gece Masalları”na benzer. Ne nerede başlıyor, nerede bitiyor bilmeyiz. Oradan oraya atlanır. “Kontrol Kalemi” ile hem bir kütüphane var karşımda, hem mavi yeşil bir yürüyüş.

Yazar, “Karay okumak, zekâya dokunmaktır,” dediğinde ortak bir ülke yaratıyor ve o okuma ülkesinin insanlarına bakarak konuşuyor. “Aklını başına devşirerek sanatta var olmak… Hayır, hiç sanmıyorum,” dediğinde okumaya çekilecek insanlara…

Yol başındaki yazarlar hakkında duyduğum bir yorum, alıntı, anı onlar üzerine kendi sorularımı yinelememi sağlıyor. Her bir sorunun inceleme konusu olma ucu taşıması kıymetli. Edebiyat insanları bu uçları tutsunlar takip edip incelemeye, yeni anlatılara bağlasınlar isterim.

Soruların gücü var.

Nasıl, niçin yazıldığı da daima her nitelikli yazardan gelen yanıtla, gücü artan bir soru. “Murathan Mungan’ın Seçtikleriyle Yazıhane”de (Metis Yayınları) bir bölümü yer alan, tamamı “Yazmak” (Can Yayınları) adıyla kitaplaşan makalesinde Marguerite Duras şöyle der: “Beden gücü olmadan yazılamaz. Yazının başına oturabilmek için, kendinizden daha güçlü olmanız gerekir, yazdığınız şeyden daha güçlü olmanız gerekir.”

Ve Yalçın: “Özenle, dikkatle, akılla, kişilikle, yetenekle, zekayla, deneyimle yaşamaktır, derdim gücüm,” deyip, “Yazı soyunmaktır. Cesaret ister. Özgüven ister. İçtenlik ister. Düşünce duruluğu, duygu tazeliği, gövde dinçliği ister,” diye devam ettiğinde yazma halinin notları aynı patikada buluşuyor.

Yazmak ve belki de nasıl yazılmayacağı üzerinde durmak. Yazma isteği, ânı ve sonrası… Hatta “yazmayı istediklerimle ne ilgisi var bunların” deyişi…

“Yazmak arzuysa, azim ister,” ise çimenlerin arasında irice bir taş oluyor, üzerinde dinlenip yola devam etmek için patikada bekliyor.

İlerliyorum. Yazmak üzerine fikir varyasyonları maddeleşiyor. “İyi yazara noktayla virgül yeter.” Gereksiz yere ünlem kullanılmasını açıkça eleştiren bir yazarın ünlemi hangi sözden sonra koyduğu da önemli. Şanslıyım, yüzüm bir daha gülüyor.

“Gracq!”

Julien Gracq, gözbebeği kitaplığımın. Oturup tek sayfasını okusan ayrı yamaç olur oksijen dolu. “Tekinsizliğin tınılarını çıkarmış bu yapıtlar ayın karanlık yüzündeki lekelere benzerler.” Okuru Argol Şatosu’ndan Sirte Kıyısı’na atan kitap, hem onları, hem kendine ilişkin okuma zevkini harlıyor. Sohbet bu ya, ekleyebilirim: Bana kitaplarını göster, sana hayatını da, bugününü de, mutluluk ve acı mihengini de göstereyim.

Söyleşilerin (hele Paris Review söyleşilerinin), günlüklerin, mektupların, denemelerin keyfi de burada işte. Çağrışım yokuşlarından aşağı koşmakta… Eserler birer yaprak, yağmur damlası, gök gürültüsü. Her halükârda insanlığa ait ve buna hem zıt hem eş olarak, doğanın parçası.

Tüm yazarların bir aradalığı. Yalçın, “Karşılık bulur bende,” diyor Edgü için. Edgü dahil tüm yazarlarım birer birer geçiyorlar önümden. “Karşılık bulanlar” akarsuya erişen pınarlar.

“Diyeceğim, bu soy yazarların boy aynasına bakmayacaksan, benden uzak, yolun açık olsun, yazar arkadaş.” Okuma Tezgahı adıyla açtığı paragraflarda, iyi okurluk namına en sevdiğim edim ve niyet var: Paylaşıyor. “Ampul değişecekse yazmayı kesip değiştirebilirim ama okumayı kesemem.” Okuma halleri, okuma tezgahı ile aynı düzlükte.

Okumanın öğrenilmesi gereken bir uğraş olduğu bilgisi maya oluyor tüm edebiyata ve hayata yansıyor. Bilge Karasu’yla dostluğunu da hem kitaplar, hem yaşama uğraşı içine alıyor. Bu sözcük peşi sıra uçmaları, taştan taşa sekerek akarsu hizasında yürüyüşleri, özgürce koşuları ve öylece duruşları ve dinleyişleri okumalarla, yazı deneyimini aktarışıyla yapıyor.

Hangi yazarla tanışmak isterdin diye sorup kendi yanıtlıyor: “Evliya Çelebi ile Cervantes’in bir Ege adasında, su kenarındaki bir ağaç gölgesinde buluşup görüşmeleri sırasında yanlarında olmak.” Salt bu renk, Murat Yalçın’ın kitaplarındaki atardamarı bulmaya yardım eder.

Murat Yalçın, anlatısında oyun arar, sözcüğün özü kadar sesini de dinler. Havada duran sözcüğü yakalamaya yatar. Hem kendi kendine oynadığı, hem “Dilersen katıl,” dediği oyun. Eğer bizim gibi denemeleri, günceleri, mektupları ayrı yerde tutanlardan bahsedeceksem sözcüklerin peşi sıra gitmeyi de bu parkura eklerim. Çok da kullanılmayan, ama unutulan bir çiçek kokusu ile burna dolan ve o rayihaya kaptıran sözcükleri her bulup çıkardığında yaşa diyesim geliyor. Yaşa!

Zaman deyince… Bir kitabının adı “Şen Saat” olan yazar zamana dokunmadan durur mu? “Şimdi denen o kısacık zamanın kişisi olmak; geçmişsiz geleceksiz, yani tarihsiz bir doğa, bir “an adamı”.

O “an adamı”, yakınlıkların altını çizdiği kadar olması gereken mesafeleri de ayarlıyor. “Bir oturuşta yazanlar, bir dikişte içenler, bir hamlede bitirenler, tek solukta okuyanlar… Uzak olsunlar benden.”

Bir gün, Odakule’den İstanbul’a bakıp sohbet ederken Fatih’in gemileri nereden geçirdiğinin söylendiğini, o çağın çevre semtlerini, pek çok şeyi anlatmıştı. Gözümün önünden bütün bu evler apartmanlar silinmişti bir anda. Atlılar koşturuyordu. Toprak topraktı yer. Şehrin ortasından bahsederken “durup durdum duruldum,” diyor kitapta. Onun anlatım anında benim de durmuş durulmuş olduğumu, kendi istediği anda değiştirdiği merceğini başkasına da sağladığını şimdi daha iyi kavrıyorum.

Kendi adıma, “Kontrol Kalemi” ile onun naif ve eğlenceli sohbetleri de devam ediyor. Çok sözü, tespiti kalmıştır. “Elektronik postasından bile anlaşılır yazar,” der. Bakıyorum Murathan Mungan’ın elektronik postasına yer veriyor kitapta; sohbetiyle, yazısıyla kendini bütünlüyor.

Kitabı elinde tutanı o saate almasını, zamanı yaratmasını, genişletmesini, işte bu nedenle öyküyü, yazını da genişletmeyi bilmesini severim. “Şen Saat”, “İma Kılavuzu” ve “Kesik Hava”nın adı geçtiğinde adımlarım kafiyeleniyor. (Murathan Mungan’a selamla.) “İma Kılavuzu”na kendi yorumu nasıl güzel: “‘İma Kılavuzu’ böyleydi, cilveliydi.” Okuyunca, kitaplığıma gidip yine kitaba karışmak geldi içimden. Yüzümde çoğunlukla gülümsemeyle okuyorum. Evetle, doğrulayarak. Ya da yok artık deyivererek… Ama sohbetteki edebi dili duyarak, izleyerek… Bu labirent bir sohbetin akışkanlığında değil, köşebaşlarında dura düşünüle yazılmış mektuplar. Arkadaşa, okura, yazara, “nasıl bir geleceği olacağına” ilişkin mektuplar, pusulalar.

“Kaç öykü işler bende, belli olmaz,” dediğinde ise deftere düşüyor yolum. Onca defterimi, onunla sohbetlerde onun defterlerini yazıya nasıl derc ettiğini, defterden yazıya nasıl köprü kurduğunu soruyorum. Çok sevdiğim bir sözcüktür “kavrama”. Yazılanın, okunanın, hissedilenin üzerinde durulmasını, enine boyuna düşünülmesini, her ne ise felsefesine girmenin kucaklayıcılığını anlatır. “Yazmak, kavrama çabasıdır; böyle eğildim yazıya,” ile “Benim yazarlığım okurluğumun bir uzantısı,” bu nedenle aynı kaynaktan çıkıyor.

O kaynağa sanatın tüm dallarını eklerim. “Gök gürültüsüyle şimşek ‘yazı’, yağmur ‘anlam’dır.” Sarkis’in İstanbul Modern koleksiyonunda yer alan neon işi geliyor aklıma, ‘Şimşeğin Işığı’…” diyordu, hemen altında da “Gürlemesinin Sesi…” Bakın, oradan oraya sekiyor zihnim, Yalçın’ın oyununa katılıyorum.

Ayrı ayrı yazı parkurlarından metne yürümenin, doğada bir yürüyüş yapmanın iç açıcı atmosferindeyim.

“Her yazar yazma uğraşı üzerine bir düşüncedir. Ne dersin?”



Pınar Sönmez


(Egoist Okur'da yayımlandı.)

5 Nisan 2017 Çarşamba

"Sanat ve Hukuk", Evrim Altuğ'a anlattım. Dosya, Art Unlimited 32. Sayı'da...

Sevgili Evrim Altuğ "Sanat ve Hukuk" dosyası için sordu, ben anlattım.
Söyleşi notları ve dosya, Art Unlimited sayı: 32'de yayımlandı. Söylenecek, yapılacak, yazılacak çok husus var. Tüm edimlerin ise kaynağı capcanlı, dipdiri ve umut dolu olmak...



"Amacım, inceliklerin, diyalogun, kendini iyi ifadenin en iyi sonucu doğurabileceği sanat dünyasında, bilgiyi aktararak daha sorun oluşmadan "önleyici hukuk"un gelişimini sağlamak, sözleşmelerin en uygun şekilde düzenlenmesi, ihtilaf halinde kuvvetli savunu, ülkede sanatın gelişimi ve hakkaniyetin bir tutum olarak belirlenmesi için katkıda bulunmak. En büyük maliyet zaman. En doğru bilgi ile en kısa zamanda çözüme ve iletişimin iyi yönetilmesine odaklıyım. Doğru anlatımı ve sofistike yaklaşımı iyi hukuk bilgisi kadar önemsiyorum. İş, hukuk ve sanat dünyasının içinde bulunmak daima yenilikçi bakışı sağlıyor."



"Genç hukukçu arkadaşlarıma öncelikle, hukukun genel ilkelerinin uygulama yeri bulduğu mecralarda deneyim kazanmalarını, bu arada sanatla yakından ilgili olmalarını, hukuk kadar sanatın da takibinde kalmalarını tavsiye ederim. Hangi alanla ilgileniliyorsa, buna tüm disiplinler ve dallar dahil, disiplinlerarasılığı yazılarıyla, okuduklarıyla, hayat biçimleriyle sağlasınlar. Ve sanırım her alan için geçerli: Capcalı, dipdiri ve proaktif olmak."


Sanatın, hakkaniyetin, özgürlüğün umuda işleyen adımlarıyla nice güzel günlere...




2 Mart 2017 Perşembe

Nuri Bilge Ceylan'ın "Babamın Dünyası" sergisi - Odak: Atmosfer





"Hikayeden çok atmosfer odaklı bir sinema yapmayı seviyorum," diyordu bir söyleşisinde Ceylan. 
Atmosfer her fotoğrafında kendi hikayesini kendi anlatıyor. "Babamın Dünyası" fotoğraflarında gördüğüm, estetik ve duyarlılık yüklü her saniye babaya duyulan sevgiyi de soluğun ve zamanın gücünü de evrene asıveriyor. Bu durumda, "Ceylan'ın Dünyası" da oluyor sergi.
Öte yandan, sohbette en sevdiğim filmi "Bir Zamanlar Anadolu"daki savcıyı da konuşuyoruz, sanata ilişkin günlük sorunları da. Sinemasında anlatım biçiminin duruluğunu da… 




Ceylan, "Bence iyi film, belli bir estetik ve ahlaki duyarlılıkla derine işleyen bir çözümlemeyi bir araya getirebilen filmdir," diyor. İfadesi ve tanımı, fotoğrafları için olduğu kadar tüm sanat dalları için de geçerli.
Nuri Bilge Ceylan'ın "Babamın Dünyası" başlıklı sergisi Dirimart Nişantaşı'da sürüyor.






29 Nisan 2016 Cuma

Istanbul Art News'ün "Sansür" dosyası sorularına yanıtlarım



Istanbul Art News'un Nisan 2016 dosya konusu "Sansür" idi. Nilüfer Şaşmazer'in "Sansür"ü özellikle bireyler/sanat profesyonelleri açısından  ele aldığı güzel yazısı için sorularını yanıtladım.
"Aslolan özgürlük ve yaratıcılık."
İşte Fikri Mülkiyet ve Sanat Hukuku ile Sözleşmeler Hukuku açısından görüşlerim:
"Sanat eseri sıradan, ticari bir meta değildir.
Bu nedenle, aynı "önleyici tıp" gibi, "önleyici hukuk" da önem arz ediyor.
Henüz mali veya manevi zarar oluşmadan önlem almak kıymetli.
Sözleşme ile her aşamanın belirlenmiş olması hukuk tekniği açısından da gerekli. Sözleşme hazırlanırken de hem hukuka uygun hem de etik kurallara göre bir tutum belirlenmeli.
Bu nedenle, hukuk korumasından mümkün olduğunca yararlanmak, en iyi diyalog ortamını yaratmak için her işe ve tarafa özel sözleşme yapılması uygundur.
Henüz maddi ve manevi zarar oluşmadan, işin tanımının ve aşamalarının açıklıkla ifade edildiği, karşılıklı yükümlülük ve yetkilerin saptandığı, baskıcı ve denetleyici tutumdan uzak, tarafların iradelerini ortaya koydukları sözleşmelerin her olaya özel düzenlenmesi yerinde olur."

Yazı hem genel, hem güncel anlamda sanat dünyası için önemli bir değerlendirme...






23 Mart 2016 Çarşamba

Müzecilik, Hukuk ve Şiirin Deniz Kıyısındaki Sesi

Çanakkale'nin şahane günlerini İstanbul'a taşıdık. 
"Şiirin deniz kıyısındaki sesi," diyen Ece Ayhan'ın masmavi şiirlerini solumaya devam... 


Peki, “Çanakkale Müzeler Buluşması” kapsamında düzenlenen etkinlikte “Hukuk ve Müzecilik” ile ilgili neler konuştuk? 
Türkiye’de Müzeciliğin Yasal Yapısı, Sanat Eserleri ve Kültür Varlıklarının Genel Çerçevesi, Eser Kavramı ve Eser Sahiplerine İlişkin Hukuki Düzenlemeleri, örnekleri ile birlikte anlatmaya çalıştım. Evet, tüm hukuki işlemlerde ve özelde telif ile ilgili tüm hususlarda hep vurguladığımız hakkaniyetin üzerinde durduk. 


 
“Çanakkale Müzeler Buluşması”, Çanakkale Kent Müzesi ve Arşivi’nin kuruluşundan [06 Mart 2009] bu yana her yıl düzenli olarak yapılıyor. Buluşmanın bu seneki teması:" Müzeler ve Müzecilik Çalışmalarında Telif Hakları”ydı.  Buluşma, Çanakkale Kent Müzesi ve Arşivi’nin toplantı salonunda 5- 6 Mart 2016 tarihlerinde gerçekleşti. Etkinlikte, Prof. Dr. Rüstem Aslan, Müzeciler Meslek Kuruluşu Derneği adına Emine Mine Bora  ve Hakim Halil Güner de sunumda bulundular.






4 Mart 2016 Cuma

"Müzeler Kültürü ve Hukuk" konuşacağız!..

"Çanakkale Müzeler Buluşması” başlıyor!..

Müzeler Kültürü, Hukuk ve özellikle Telif Hukuku üzerine konuşacağımız sempozyum 5-6 Mart 2016 tarihlerinde, Çanakkale Kent Müzesi ve Arşivi Toplantı Salonu'nda gerçekleşecek. 

Kitle kültürünün gözde iletişim araçlarından ve gündelik yaşantı ile kültürün buluştuğu sosyal platformlardan Müzelerle ilgili olarak düzenlenen bu sempozyumda Türkiye’de Müzeciliğin Yasal Yapısı, Sanat Eserleri ve Kültür Varlıklarının Genel Çerçevesi, Eser Kavramı ve Eser Sahiplerine İlişkin Hukuki Düzenlemeleri, örnekleriyle birlikte anlatmaya çalışacağım.  




“Çanakkale Müzeler Buluşması”, Çanakkale Kent Müzesi ve Arşivi’nin kuruluşundan [06 Mart 2009] bu yana her yıl çeşitli etkinlikler çerçevesinde düzenli olarak yapılıyor. Buluşmanın bu seneki teması:" Müzeler ve Müzecilik Çalışmalarında Telif Hakları.


Buluşma ile, Müzecilik ve Telif Hakları hususunda mevcut mevzuat incelemesi ve mesleki deneyimlerin paylaşılması,  müzakereler sonucu genel durumun hukuki tespiti ve öneriler getirilmesi hedefleniyor.
Güzel geçsin!.. İyilikler... 





6 Kasım 2015 Cuma

Hakikaten, Ne Çok Kitabın Müjdesi Kitap Eklerinden Alındı


Gazetelerin kitap ekleri tanışma, karşılaşma ve buluşma müjdesidir.

Radikal Kitap yeni sezonunu kutluyor!.. Tebrikler!...


Yekta Kopan, iki gün önce Radikal'de yayımlanan yazısında kitap eklerinin edebiyata katkısını ve gayretlerin güçlü anlamını dile getiriyordu. http://www.radikal.com.tr/yazarlar/yekta-kopan/bir-gazetenin-kitap-eki-ne-ise-yarar-1465397/

Okurken dizi dizi Cumhuriyet Kitap, Radikal Kitap, Milliyet Kitap ve tüm kitap ekleri geldi gözümün önüne.

Dün de "Cumhuriyet Kitap 25. Yılını Kutluyor," diyerek heyecan duyduk. Nice yıllara!..
Öyle değil midir? Kitap ekleri, günleri de tanımlar. Perşembe Cumhuriyet Kitap, cuma Radikal Kitap günüdür. Hatırlayın, ne çok müjde kitap ekleri ile alındı!..



Yekta Kopan'dan bir de güzel benzetme geliyor, Radikal Kitap için: "Müşterisini tanımaya özen gösteren, onun okuma zevkini merak eden, onun her ziyaretinden mutlu olan bir şehir kitapçısı."

Selamı ben de bugün Robinson'dan gönderiyorum. Yıllarca İstiklal Caddesi üzerindeki yerinde ziyaret ettiğim, şimdi Salt Beyoğlu'ndaki mekanını da çok sevdiğim, alt kattaki sergileri adım adım gezerek geldiğim bambaşka Robinson'dan!...


Yine, yıllardır önce kitap, edebiyat üzerine dakikalarca sohbet ettiğimiz güleryüzlü çalışanlarıyla, özellikle Şehri'yle Kırmızıkedi'den gönderiyorum selamı!.. Şehrin, şehrimin kitapçılarından tüm gülen yüzlü edebiyatçılara, edebiyatseverlere, kültür sanat servislerine, kitap eklerine bin selam...

Kutlamalarımız bol olsun!...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...